Psikoloji Devlerinden En Çok Görülen Rüyaların İki Farklı Anlayışı

OTRA Psikoloji

Gördüğünüz rüyaları hiç internetteki tabirciler dışında bu konuda eğitimli birilerinden dinlediniz mi? Gelin size psikolojik altyapısını açıklayalım.

Genel anlamıyla rüya, uykunun karakteristik özelliklerinden biri olarak, uykunun hızlı göz hareketi adlı evreleriyle yakından ilişkili bulunan, görsel ve işitsel algı ve duyguların bütünü olarak tanımlanabilir.

Peki Jung ve Freud rüyayı nasıl tanımlar?

Sigmund Freud’a göre rüya, bastırılmış arzuların, özellikle çocuklukta bastırılmış cinsel ve saldırgan dürtülerin, sansürlenerek semboller aracılığıyla bilinçdışı zihinden bilinç düzeyine sızdığı, gizlenmiş bir istek gerçekleştirme yoludur.

Carl Gustav Jung’a göre rüya, bireyin bilinçli tutumlarına karşılık gelen ve ruhsal dengeyi sağlamak amacıyla bilinçdışı zihinden gelen, hem kişisel hem de kolektif düzeyde anlam taşıyan sembolik bir mesajdır.

Bu yazıda Freud ve Jung’a göre istatistiki anlamda en sık görülen rüyaların iki farklı yorumunu inceleyeceğiz. Rüyaları kehanetvari anlayış yerine bilimsel bir temelde ele alacağız. Rüyaların analize tabi tutulmadan önce kültür, cinsiyet, ve bireyin kişilik özellikleri gibi etkenlerden fazlasıyla etkilendiği unutulmamalıdır. Ayrıca rüyayı görürken içinde bulunulan fiziksel çevre de rüyaların şekillenmesinde önem arz eder. Örneğin, sokaktan gelen bir korna sesi rüyada bir silahın patlama sesine dönüşebilir.

En Sık Görülen Rüyalar

  1. Düşme

Freud’a Göre:
 

Düşme, cinsel arzuyu simgeler. Özellikle "düşme = teslimiyet" veya “kontrol kaybı” ile ilişkilendirilebilir. Bu tarz rüyalar genellikle cinsellikle ilgili suçluluk duygularının sembolik ifadesidir.

Jung’a Göre:

Düşme, ego’nun aşırı yüklenmesi sonucu bilinçdışının dengeleyici bir müdahalesi olarak yorumlanabilir. Yani kişi içinde bulunduğu gerçekliği inkâr ederken bilinçdışı onu yere indirmesi olarak yorumlanabilir.


  1. Uçma

Freud’a Göre:

 Uçma rüyaları genellikle çocukluk anılarının ve cinsel arzuların yansıması olarak yorumlanır. Uçmak, çoğunlukla orgazmik deneyimle eşdeğer tutulur. Ayrıca çocukken oyun sırasında yaşanan "uçma hissi"nin bir tür geri dönüşüdür.

Jung’a Göre:

 Uçma rüyası, bireyin ruhsal olarak yükselme, sınırlarını aşma ve daha yüksek bilinç düzeyine geçme arzusunu temsil eder. Rüya, bireyin “ego”dan daha bütün bir benliğe doğru yöneldiğini gösterebilir. Bu daha bütün benlik, bireyden ziyade toplumsal benliğin sembollerin ortaya çıkışını temsil eder
 

  1. Takip Edilme / Kaçma

Freud’a Göre:

Takip ve kaçış temaları genellikle süperego (yani hayali yargı mekanizmamız)  baskısı veya cezalandırılma korkusuna dayanır. Rüyada kaçılan figür, bastırılmış bir arzunun tehditkâr temsili olabilir.

Jung’a Göre:

Kaçma rüyaları, kişinin gölge arketipinden kaçtığını, yani kabul etmekte zorlandığı içsel yönleriyle yüzleşemediğini gösterir. Bu rüyalar, bireyi gölgesiyle yüzleşmeye çağırır. Jung bu durumun negatif dışavurumunu şöyle açıklar: “Gölgeyi reddetmek, onu başkalarının üzerine yansıtmaktır. Kendindeki karanlığı tanımayan kişi, onu dış dünyada şeytanlaştırır.”

  1. Cinsel İçerikli Rüyalar

Freud’a Göre:

Rüyanın neredeyse tamamı cinsel arzuların sembolik (ya da bazen doğrudan) dışavurumudur. Ancak bu cinsellik sadece fiziksel birleşme değildir; güç arayışı, onay ihtiyacı gibi biçimlerde de ortaya çıkabilir.

Jung’a Göre:

Cinsellik yalnızca bedensel değil, ruhsal birleşme arzusunu da içerir. Jung, bu tür rüyaları anima/animus birleşmesi ve bireyleşme sürecinin bir parçası olarak görür. Bahsedilen anima erkeklerin bilinçdışındaki kadınsı yönüyken, animus kadınların bilinçdışındaki erkeksi yönüdür.

  1. Ölüm

Freud’a Göre:


Kimi zaman bastırılmış birinin ölmesini istemek gibi ödipal arzular olabilir. Ödipal arzular çocukların ebeveynleriyle oluşturduğu arzu ve ilişkilerin veya ebeveynlere karşı hissedilen sevgi ve kıskançlığın bilinçdışı yansımaları olarak tanımlanabilir. Ölüm teması , aynı zamanda bastırılmış suçluluk duygusunun cezası olarak da görülebilir.



Jung’a Göre:

Ölüm, bir durumun veya organizmanın ömrünün sonlanmasındansa, bir sonraki evreye geçişin gerekli bir adımıdır. Genellikle yeni bir başlangıcı sembolize eder. Bu yeni başlangıç bireyselleşme sürecinin ilk adımlarının göstergesidir.

  1. Saldırganlık

Freud’a Göre

Saldırganlık, bastırılmış öfke veya saldırgan dürtülerin dışavurumudur. Hatta saldırgan rüyalar, bazen bilinçli hayatta yapılamayan eylemlerin telafisidir. Günlük hayatta sık sık yaşanan sinir bozucu bazı olaylar, trafikte acemi bir sürücünün yaptığı ufak hatalar veya sırada önümüze geçen biri gibi önemsiz gözüken olaylar rüyada agresif dışavurumlara yol açabilir.

Jung’a Göre:

Yüzleşilmeyen gölge arketipinde bulunan ilkel ve bastırılmış arzular rüyada saldırganlıkla dışa vurulabilir. Yani, kişi toplumun içinde yumuşak başlı, pasif ya da "iyi insan" olma çabasındaysa, rüyada ortaya çıkan saldırgan imgeler bu bastırılmış güç ve saldırganlık dürtülerinin bir telafisi olabilir. Bu, doğrudan şiddet eğilimi anlamına gelmez; daha çok, psikolojik bütünlüğün sağlanması için gölgenin kendini hatırlatmasıdır.

Özetle; rüyalar, günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmasının yanında bilinçdışımızın yol göstericileri olarak da karşımıza çıkabilirler. Bir sonraki rüyanızın tabirini, ne anlama geldiğini ya da sizin için ne ifade ettiğini Google’a sormak yerine aradığınız cevapları eğitimli psikoterapistlerle birlikte OTRA’da bulabilirsiniz.

👉 Şimdi Randevu Alın

https://www.otrapsikoloji.com/iletisim

Hemen seansa başla!