14 Temmuz 1960 - 12 Temmuz 2007 yılları arasında yaşamış sosyolog, filozof, yazar, çevirmen ve akademisyen olan Ulus Baker’in ölüm yıldönümünü anmak amacıyla bu yazıyı kaleme aldık. Kendisinin tüm çalışmalarına ışık tutamayacağımızın farkındayız lâkin bugün “Sanat ve Arzu” semineri üzerine tartışmak ve fikirlerinin felsefenin yanında psikolojide nasıl yankılandığını incelemek istedik.
19 Şubat 1998 tarihinde verdiği “Sanat ve Arzu” seminerinde girizgahı arzuyu bireye konumlandırmak ve kendisinin de çalışma alanı olan duygulanım (affect) ile açar. Arzuyu canlılığın özü olarak görür. Freud’un “libidinal” kavramıyla aslında yakından ilişkilendirilebilecek olan bu arzu tanımının konumlandırılması bizce de eylemselliğin yürütücü mekanizması sayılabilir. Baker duygulanım tabirini sosyolojik bir bağlamda kullanır. Klasik bireyci psikolojik anlayışın ötesinde kullanılan duygulanım kavramı sadece bireyin iç dünyasında oluşan bir duygu durumu değil, bedenler arasında dolaşan ve imgelerle taşınan, mekan ve güç ilişkileriyle örülü bir akışkanlık halidir. Baker konuşmasına şöyle başlar:
“Her şeyi anlamak zorunda değilsiniz. Anlamak yalnızca dünya ile ilişkimizin bir düzeyinden ibarettir.”
Biz bu cümlenin önemini klinik bağlamda da yoğun bir şekilde hissetmekteyiz. İçinde yaşadığımız dünyayı her zaman anlamlandırmak zorunda değiliz. Hissettiğimiz duyguları kabullenmek belki de yaşantımızda bizi ileri taşıyacak sağlıklı bir yoldur. Modern dünyanın pozitivist (deneyci) yaklaşımının karşısında bu düzeyde bir ilişki kurmak insan duygulanımının da varlığının hayatta kalmasını sağlar.
Bu seminerde Pavlov’un davranışçılık deneyine de değinen Baker, köpeklerle yapılan çalışmanın özünde insanlar hakkında yapıldığını söyler. Pavlov’un koşullu refleks deneylerini mekanik davranışçılık ile sınırlamaz ve aslında Pavlov’un dil-anlam üretme kapasitesi gibi insana özgü sistemleri araştırdığını öne sürer. Heidegerr’in Aristo’ya yaptığı bir yorumdan yola çıkarak modern bilimin sadece laboratuvar ortamıyla beraber anlaşılmasını eleştirir. Bu yorum kısaca Aristo’nun doğada incelediği bir kabuklu deniz canlısının yardımıyla hayatı gözlemleyebileceği üzerinedir. Yani, gerçek hayatı gözlemlemek demek onu okyanusta yaşarken görebilmek demektir. Bilimin, teorinin ya da öznenin yaşayan, hayatta kalan ve hisseden canlıya doğrudan iletilebilmesi durumu, modern laboratuvar ortamının sağlanmaya ve yaratılmaya çalışılmasıyla artık kurulamayan bir ilişkidir. Burada sosyal psikolojinin sahada yapılan deneylerinin insan hayatını anlamlandırmadaki öneminin altını çizer.
Bilmek yalnızca laboratuvarlarda olup biten soyut bir işlem değildir, bilmek yaşarken canlı ile temas halindeyken duygulanarak yapılan bir eylemdir. Kabuklu deniz canlısını denizde görmek, laboratuvar tüpünde görmek ile aynı değildir. Umarız ki bu yazımızda size biraz olsun Ulus Baker’i tanıtabilmiş ve dünyanızda var edebilmişizdir.
Onun duygulanım, arzu, bilgi ve bakış açısı üzerine düşünceleri; psikolojiye sosyolojik ve felsefi bağlamlarda yeniden düşünmemizi sağlar. Onun katkılarını saygıyla anıyor, ardında bıraktığı düşünsel zenginliğe minnet duyuyoruz.
👉 Şimdi Randevu Alın