OTRA Psikoloji

1961’de imzalanan iş gücü anlaşmasıyla başlayan Türk-Alman göç hikâyesi, bugün hâlâ milyonlarca insanın hayatını şekillendiriyor. Almanya’ya giden ilk kuşak, kısa süreli bir iş macerası olarak başladıkları yolculuğun aslında bir ömürlük dönüşüme evrileceğini tahmin edemedi. Bu yazıda, hem tarihsel arka planı hem de bu göçün bireysel ve toplumsal psikoloji üzerindeki etkilerini ele alacağız.

Misafir İşçiden Kalıcı Yerleşime

İmzalanan iş gücü anlaşması, her iki ülke için de ekonomik bir dönüm noktasıydı. Türkiye’den yola çıkan binlerce kişi, Almanya’nın savaş sonrası sanayisini canlandırmak için “misafir işçi” olarak kabul edildi. O dönem çoğu aile, bu yolculuğu geçici bir çalışma deneyimi olarak gördü; birkaç yıl çalışıp birikim yaparak Türkiye'ye dönmeyi planladı. Ancak ekonomik ve toplumsal koşullar beklenmedik bir biçimde değişti. Çocukların eğitim fırsatları, Almanya’daki istikrarlı iş ortamı ve Türkiye’deki belirsizlikler, bu “geçici” göçü kalıcı bir hayata dönüştürdü. Böylece ilk kuşak, iki ülke arasında bir köprü kurarken aynı zamanda kendi kimliklerini yeniden tanımlamak zorunda kaldı.

Psikolojik Dinamikler

Göçmenlerin yaşadığı kültür şoku, yalnızca yeni bir dil öğrenmekten ibaret değildi. Günlük yaşamın her alanında karşılarına çıkan farklı sosyal normlar, alışkanlıklarını ve kimliklerini sürekli sorgulatıyordu. Özellikle ilk kuşak, çoğu zaman vasıfsız işlerde uzun saatler çalışmak, ağır fiziksel emek vermek ve düşük ücretle geçinmek zorunda kaldı. "Türk müyüm yoksa Alman mıyım?" Sorusu her zaman cevaplanmayı bekledi. Dil yetersizliği, hastane veya resmi daire gibi kritik yerlerde yanlış anlaşılma korkusunu büyüttü; basit bir evrak işlemi bile kaygı kaynağı hâline geldi. Ayrımcılık ve dışlanma, kimi zaman açıkça kimi zaman da ince imalarla hissedildi ve bu durum göçmenlerin özsaygısını zedeledi. Sosyal izolasyon, memleket özlemi ve yalnızlık özellikle kadınlar için daha yoğun yaşandı; ev içi roller ve kısıtlı sosyal çevre, depresyon riskini artırdı. Çocuklar ise iki dünya arasında sıkıştı: Evde Türkçe konuşup geleneksel değerlere bağlı kalırken, okulda Alman arkadaşlarının beklentilerine uyum sağlamak zorundaydılar. Bu çift yönlü baskı, kuşaklar arası çatışmaları da beraberinde getirdi. Göçmenlerin ruh sağlığı, çoğu zaman hem ekonomik güvencesizlik hem de toplumsal kabul eksikliği yüzünden daha da kırılgan hâle geldi. Destekleyici dernekler ve hemşehri toplulukları bir nebze rahatlama sağlasa da, ayrımcılığın yarattığı stres ve “tam olarak ait olamama” duygusu uzun vadede kaygı bozuklukları, uyum sorunları ve kronik yorgunluk gibi psikolojik sonuçlara yol açtı.

Göç sürecinin getirdiği kimlik karmaşası ve duygusal yük, çoğu zaman profesyonel destekle daha sağlıklı biçimde çözümlenebilir. Almanya’daki Türkçe veya iki dilli terapistler, hem kültürel bağları gözeterek hem de bilimsel yöntemlerle bu uyum sürecine rehberlik edebilir.


👉 Şimdi Randevu Alın

https://otrapsikoloji.com/iletisim

Hemen seansa başla!