Çocuklarımızı Sosyal Medyada Paylaşmak: Olası Psikolojik Etkileri

OTRA Psikoloji

Hiç fark ettiniz mi? Birkaç saniyelik bir paylaşım, bir “beğeni”, bir emojiyle süslenmiş yorum… Ve biz ebeveynler, o anlarda hem duygulanıyor hem de gurur duyuyoruz. Çocuğumuzun ilk adımı, kahkahası, okul kıyafeti… Hepsi bizim için kıymetli. Ve bu kıymetli anları sadece yaşamakla kalmıyor, başkalarıyla da paylaşmak istiyoruz.

Artık çocuk büyütmek sadece evin içinde yaşanan bir süreç değil; ekranlara taşan, sanal kalabalıkların tanıklık ettiği bir yolculuk. Bu yeni döneme “dijital ebeveynlik çağı” diyebiliriz. Teknolojiyle birlikte annelik ve babalık rolleri de evriliyor. Bizler, sevdiğimiz kişilere çocuğumuzu göstermek isterken bir yandan da sosyal medyada izler bırakıyoruz — farkında olarak ya da olmayarak.

Bu noktada karşımıza çıkan bir kavram var: “Sharenting”. İngilizce “share” (paylaşmak) ve “parenting” (ebeveynlik) kelimelerinden türetilmiş bu terim, çocuklarımızı sosyal medyada paylaşma davranışımızı tanımlıyor. Kulağa modern ve masum gelebilir… Ancak derinlemesine bakınca bazı önemli sorularla karşılaşıyoruz: “Ben bu paylaşımı kimin için yapıyorum? Çocuğum buna ne derdi? Ve bu paylaşım onun geleceğinde nasıl bir iz bırakır?” Çünkü her ‘beğeni’, her ‘yorum’, bizim için gurur; ama çocuğumuz için bir gün utanç, baskı ya da görünmez bir yük olabilir.

Bugün sosyal medyada gezinirken karşılaştığımız çocuk fotoğraflarının çoğu, aslında çocukların değil ebeveynlerin paylaşımları. Doğumdan itibaren başlayan bu dijital yolculukta, bazı çocuklar henüz yürüyemeden dijital kimlik sahibi oluyor. Peki bu durum neden bu kadar yaygın?

“Sharenting”, ebeveynlerin çocuklarıyla ilgili içerikleri —fotoğraflar, videolar, anılar— sosyal medyada paylaşma eylemidir. Aslında bu davranışın ardında kötü niyet değil; daha çok aidiyet, gurur, sevgi ve onaylanma ihtiyacı yatar. İnsan olarak güzel anları sevdiklerimizle paylaşmak isteriz. Ama sosyal medya bu paylaşımı kalıcı ve kamuya açık hale getiriyor.

Yapılan araştırmalara göre, dünya genelinde ebeveynlerin %70'inden fazlası çocuklarının fotoğraflarını sosyal medyada en az bir kez paylaşmış. Hatta bazı araştırmalar, bir çocuğun ortalama 1.000'den fazla dijital görselinin daha okula başlamadan internette var olduğunu gösteriyor

Henüz konuşamayan, kendini ifade edemeyen bir çocuğun “paylaşılma izni” olmadan sanal dünyaya adım atması… İşte tam bu noktada, modern ebeveynliğin kalbindeki etik ve psikolojik sorular başlıyor.

Sosyal medya paylaşımları bazen çocuklarımızın iç dünyasına hiç fark etmeden ağır yükler bırakabiliyor:

1. Kimlik Gelişimine Müdahale

  • - Çocuklar büyürken “Ben kimim?” sorusunun cevabını ararlar. Kendilerini tanımaya çalışırlar. Bu, psikolojide kimlik gelişimi olarak tanımlanır. Ancak çocuk daha bu yolculuğa başlamadan onun adına oluşturulmuş bir dijital kimlik, bazen bu süreci zorlaştırabiliyor.

  • - Paylaşılan fotoğraflar, videolar ve hikâyeler çocuğun kendisi tarafından değil, ebeveynleri tarafından seçiliyor. Bu da çocuğun kendini nasıl görmek istediğini değil, nasıl gösterildiğini öncelemesine yol açabiliyor. “Ben böyle miyim, yoksa annemin beni gösterdiği kişi mi?” gibi sorularla büyüyen bir çocuk, zamanla kendilik algısını dış onaylara bağlı olarak şekillendirebilir.

2. Utanç, Mahremiyet ve Kontrol Kaybı

  • - Hepimizin özel sınırları vardır. Bize ait olan bir alan... Çocuklar da bu sınırları zamanla öğrenir. Ama düşünün: daha tuvalet eğitimi tamamlanmamışken, ya da ağladığı bir an sosyal medyada binlerce kişinin gözü önünde yer aldıysa, o çocuğun mahremiyet alanı nasıl şekillenecek?

  • - Bazı çocuklar büyüdükçe kendilerine ait olmayan bu paylaşımları utançla karşılayabiliyor. Okulda arkadaşlarının dalga geçtiği bir çocukluk videosu, sosyal çevrede dışlanma ya da zorbalıkla bile sonuçlanabiliyor. Hele ki paylaşılan içerik uygunsuzsa (örneğin banyoda ya da iç çamaşırla çekilmiş bir kare), bu utanç daha da derinleşebiliyor.

  • - Mahremiyet, sadece yetişkinlerin değil; çocukların da en temel haklarından biridir.

3. Dijital Ayak İzi ve Geleceğe Etkisi

  • - İnternet unutmaz. Bugün masum görünen bir paylaşım, çocuğun ilerideki hayatında karşısına beklenmedik şekilde çıkabilir. Üniversiteye başvuru yaparken, iş görüşmesinde, sosyal ilişkilerde… Belki de “yeni tanıştığı biri”, onun çocuklukta ailesi tarafından paylaşılan bir fotoğrafını bulabilir. Ve bu, onun kontrolünde olmaz.

  • - Çocuklarımız dijital dünyada iz bırakmaya çok erken başlıyor — hem de bu kararı kendileri vermeden. Ve bu iz, onların ilerideki mahremiyetini, özgüvenini hatta fırsatlarını etkileyebilir.

Hiç şüphe yok ki bir ebeveynin çocuğuyla yaşadığı anları paylaşma isteği, sevginin ve bağlılığın doğal bir yansımasıdır. Hepimiz, o minicik kahkahaları, ilk adımları, tatlı yüz ifadelerini ölümsüzleştirmek ve sevdiklerimizle paylaşmak isteriz. Bu istek, kötü niyetli değildir — tam aksine, kalpten gelen bir sevgiden beslenir. Ancak bu sevgiyi dijital dünyaya taşırken, çocuğumuzun haklarını, sınırlarını ve gelecekteki duygularını da göz önünde bulundurmamız gerekir.

Çocuklarımız bizim uzantımız değil; kendi kimlikleri, kendi hikâyeleri olan bireyler. Onların adına alınan her dijital karar, aslında onların geleceğini de şekillendirebilir. Paylaşım yapmadan önce bir an durup düşünmek, “Bu fotoğraf, ileride çocuğumun nasıl hissetmesine neden olurdu?” sorusunu kendimize sormak büyük bir fark yaratabilir.

Eğer bu konuda kaygılarınız varsa, kafanız karıştıysa ya da geçmişte yaptığınız paylaşımlar sizi düşündürmeye başladıysa, bu da çok insani bir durumdur. Kendinize yüklenmek yerine, farkındalığınızın artmış olmasına değer verin. Unutmayın, ebeveynlik mükemmel olmaya çalışmak değil; gerektiğinde durup düşünmek, öğrenmek ve iyileştirmektir. Bu süreçte kendinizi yalnız hissediyorsanız bir uzmandan, bir aile danışmanından ya da çocuk gelişimi alanında çalışan bir terapistten destek almak da en sağlıklı adımlardan biridir. Çünkü bazen en iyi ebeveynlik, kendi iç sesimizi duymaya çalışmakla başlar.

👉 Şimdi Randevu Alın

https://www.otrapsikoloji.com/iletisim

Hemen seansa başla!