Aşk kavramı, evrensel bir duygu olarak kabul edilmektedir. İnsan türü olarak incelenen Neandertal türünün 25 30 bin yıl önce yok olmuştur. Devamında genlerini %2-4’ünü Homosaphienslere aktardığı bilinmektedir. Tahmin ediyoruz ki bu aktarım da bir ilişkilenme biçimiyle mümkün olabilmiştir.
Pek çok disiplin romantik aşk ile ilgilenmiştir. Mitolojiden teolojiye kadar uzanan bu kavramın tutkusunun anlaşılması için Aslı ve Kerem’in aşkından bir kesiti inceleyebiliriz. Kerem bir gün namaz kılan bir kişinin önünden geçer ve namaz kılan kişi ona “önümden geçtin bunu nasıl yaparsın” diye sorduğunda Kerem: “Ben Aslı’nın aşkından seni göremedim sen Tanrı’nın aşkından nasıl beni görebildin”? diye sorar. Burada da anlaşılacağı üzere aşkın kontrolsüzlüğünü anlayabiliriz.
- Aşkın bu kontrolsüzlüğünü ve karmaşıklığını metinde duyarken iki kişinin bir ve daimi olması mümkün müdür?
- Peki biz aşık olduğumuz kişiyi seçiyor muyuz yoksa kendimizde olmayanı mı arıyoruz?
- Mükemmel bir bütünlük mümkün müdür?
Doğrusu en başında ilişki kurduğumuz kişiyi tanımadan önce bizimle ilgili varsayımlarını, hislerini duymaya çalışıp kaygılanırız. Bu anlamıyla kusursuz bir bütünlük olmadığını söyleyebiliriz. Aşkın bir ağrısı, acısı vardır. Belki de aşık olunca yeni bir acıya gebe kalanlardan oluyoruz. Dolayısıyla bu acıyla beraber tam tersi olan hazzın keyfini de alıyoruz.
Jacques Lacan aşk için: “Aşk, sende olmayan bir şeyi onu talep etmeyen birine vermektir” demiştir. Bu bağlamıyla aşk, aşık olduğumuz kişiden onda olmayanı almaya çalışmaktır. Yapamayacağı şeyleri yapmasını isteriz. Belki de istediğimiz ondan yapamayacağı şeyi bizim için yapmasını talep etmektedir. Bu anlamıyla aşık olduğumuz kişileri belki de bizde olmayanı vermeye ya da onda olmayanı almaya çalıştıklarımız olarak seçiyoruz.